1. ANASAYFA
  2. KUR'AN-I
  3. KERİM
  4. Derece-i i’câzda belâgat-i Kur’âniye
Derece-i i’câzda belâgat-i Kur’âniye

Derece-i i’câzda belâgat-i Kur’âniye

0
0

O belâgat ise, nazmın cezaletinden ve hüsn-ü metanetinden ve üslûblarının bedaatinden, garib ve müstahsenliğinden
ve beyanın beraatinden, faik ve saffetinden ve maânîsinin kuvvet ve hakkaniyetinden ve lâfzının fesahatinden, selâsetinden tevellüd eden bir belâgat-i harikulâdedir ki, benî Âdem’in en dâhî ediblerini, en harika hatiblerini, en mütebahhir ulemasını muarazaya davet edip bin üç yüz senedir meydan okuyor,
onların damarlarına şiddetle dokunuyor. Muarazaya davet ettiği hâlde, kibir ve gururlarından başını semavata vuran o
dâhîler, ona muaraza için ağız açamayıp, kemâl-i zilletle boyun eğdiler.


İşte belâgatindeki vech-i i’câzı iki suret ile işaret ederiz.


Birinci Suret
İ’câzı vardır ve mevcuddur. Çünkü, Cezîretü’l-Arab ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibarıyla ümmî idi. Ümmîlikleri için mefahirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehasin-i ahlâka yardım edecek durûb-u emsallerini kitabet yerine şiir ve belâgat kaydıyla muhafaza ediyorlardı.

Manidar bir kelâm, şiir ve belâgat câzibesiyle eslâftan ahlâfa hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte şu ihtiyac-ı fıtrî neticesi olarak, o kavmin manevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesahat ve belâgat metaı idi. Hatta bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı. İşte, İslâmiyet’ten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatte akvam-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar kıymettar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalâha ediyorlardı. Hatta onların içinde “Muallâkat-ı
Seb’a” namıyla yedi edibin yedi kasidesini altınla Kâbe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.
İşte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan nüzul etti. Nasıl ki zaman-ı Mûsa Aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı İsa Aleyhisselâmda tıp revaçta idi; mu’cizelerinin mühimi o cinsten geldi. İşte o vakit büleğa-i Arabı en kısa bir suresine mukabeleye davet etti.

[“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sure getirin.” (Bakara Sûresi: 23.)] fermanıyla onlara meydan okuyor.

etiketler:

YORUM YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir